Bölüm: 1
HERKES KONUŞTU SIRA BİZDE

Bugüne kadar herkes konuştu biz dinledik, ama artık sıra bizde!...

Evet, gerçekten de bugüne kadar DEVRİMCİ SOL davası hakkında ilgili-ilgisiz herkes konuştu.

Örneğin 12 Eylül generalleri, hiç susmadılar; yıldızlı apoletli üniformalarıyla da, ''sivilleri'' giydikten sonra da hep konuştular. Uluslararası alanda, ''Paul HANZE’nin çocukları'' olarak bilinen bu generaller, sabah-akşam ''vatan hainleri'' diye bizlere saldırıp durdular.

Karış karış sattıkları vatandan söz ediyorlardı.

Yine MİT’in, siyasi polisin işkencecileri; manyetolarıyla, falakalarıyla, ''filistin askılarıyla'' hep konuştular.

Bir ellerinde viski şişesi, bir ellerinde falaka sopası ''vatan hainliğimizin'' senaryosunu yazdılar.

Rüşvetçi-kaçakçı Süleyman TAKKECİ’nin yardımcılığını yapan savcılar da diğerlerinden aşağı kalmadı tabii.

Ellerinden ''ingiliz sicimi'' hiç eksik olmadı. Onunla yatıp kalktılar. Ve durmadan yazdılar. İddianameler iddianameleri kovaladı. Hep aynı şeyleri söylüyorlardı: Biz ''vatan haini''ydik!

Ve sizler... Siz 12 Eylül yargıçları. Sizler de bu koronun dışında kalmadınız. Belki statünüz gereği, diğerleri gibi açık konuşmadınız; ama 12 Eylül generallerinin, işkencecilerin ve askeri savcılarının ''vatan hainliği'' demagojisini kanıtlamak için elinizden geleni yaptınız.

Yasa adına oturduğunuz o kürsüden, vatan hainlerinin suçlarını örtbas ederek bizleri susturmak için, tüm yasaları ayaklar altına aldınız.

Ama artık sıra bizde! Şimdi biz konuşacağız!

Resmi adıyla ''savunma'' yapacağız.

Ne anlatacağız bu ''savunma''da acaba?

İşte sizlerin de büyük bir acelecilikle beklediğiniz gün geldi!

Evet yargıçlar, ne yapmamızı bekliyorsunuz, ne anlatmamızı istiyorsunuz?

Pişmanlık mı getirelim, af mı dileyelim? Yoksa, sadece yapmadım, etmedim mi diyelim?

Genellikle bunları beklediniz. ''Savunma''dan anladığınız buydu. Bunun dışında her şeyi ''savunma sınırını aşıyor'' diyerek engelleyen siz değil misiniz? Kaç kişinin sorgusunu okutmadınız, kaç dilekçenin okunmasını engellediniz hatırlıyor musunuz? Bu yüzden hakkımızda kaç kere suç duyurusunda bulundunuz? Saydınız mı hiç? Kuşkusuz bu suç duyurularınızla, kaçar yıl ceza aldığımızı da hiç merak etmediniz.

Size göre savunma, sizin, yani 12 Eylül’ün ''merhametine sığınmaydı''. Biz ise yenilmiştik size göre ve madem ki bir kere yenik düşmüştük, merhametinize sığınmaktan başka çare yoktu!

Bu mudur savunma?

Teslim olmaktır bunu adı yargıçlar! Siz savunma değil teslimiyet aradınız. Bağırıp çağırmalarınızın ardında da, suç duyurularınızın ardında da hep bu arayış vardı. Ama bulamadınız. Hayır mı diyorsunuz? Savunmanın ileriki bölümlerinde bunu da açacağız, göreceğiz.

Savunmaya başlamadan önce, sizlere şunu söylemek istiyoruz. Burjuva anlamda da olsa, hukuka biraz saygınız varsa, teslimiyet aramak sizin göreviniz olmamalı, artık geriliği ve ilkelliği simgeleyen bu anlayışı terketmelisiniz. Savunmamıza da bu köhnemiş anlayışla bakacaksanız, burada ne savunma olur ne de mahkeme. Savunma yapmamızı istemiyorsunuz demektir. Amacınız savunma almak değil, sadece ve sadece teslim almak demektir.

Savunma, teslim olmak, merhametinize sığınmak değildir. Neyin neden yapıldığının açıklanmasıdır savunma. Bizim görüşlerimizi korumamız, sizleri hiç ilgilendirmez.

Savunmamız bizim görüşlerimizdir, dün de savunuyorduk bugün de. Ve dün savunduğumuz için yargılanıyoruz. Dün bunları neden ve nasıl savunduğumuzu ve bunun sonucu neyi nasıl yaptığımızı açıklamaktır savunmamızın temeli.

Buna suç diyorsanız, bunun anlamı siz savunma yapmayın demektir.

Hem sonra neden kendinizi ''kolluk'' gibi görüyorsunuz? Bu ülkede ''suç''u önlemek için ''kolluk'' diye bir kurum varsa, sizin ayrıca ''suç''u önlemek diye bir fonksiyonunuz olamaz. Bırakın da bu devletin polisi-askeri aldıkları maaşı haketsinler! Siz ancak ''suç'' işlendikten sonra varlık kazanan bir kurumsunuz. Size bunun için maaş veriyorlar. ''Suç''tan önce ve ''suç'' sırasında normal vatandaştan en küçük bir farkınız yok. Bizleri ''suç işlemek''ten korumaya ise hiç gerek yok!

Ama bir kişi 12 Eylül ruhuyla yaşıyorsa, durum değişir. Bu ruhla yaşayan herkes kendini 12 Eylül generali sayar. Ve oturduğu koltuğu imparatorluk yetkisiyle donatır. Ona göre savunma da suçtur, sorgu da... Hâlâ düzene karşı çıkıp onu değiştirmeye çalışmak ise suçların en büyüğüdür.

Cezası idamdır!

Savunmanın suç olduğu başka bir ülke, başka bir hukuk sistemi var mı acaba? Gösterebilir misiniz? ''12 Eylül Hukuku'' gibi bir hukuk sisteminde ve böyle bir sistemin geçerli olduğu ülkelerde ancak savunma ile ''suç'' kavramları yan yana getirilebilir.

Bu Dava Nasıl Açıldı?

Bu dava nasıl açıldı yargıçlar?

Siz ne dersiniz savcı beyler nasıl açıldı acaba?

12 Eylül diyorsunuz, huzur ve güvenlik diyorsunuz değil mi? ''Sihirli'' bir sözcük bu 12 Eylül. Kimine ikbal, kimine ise kan ve gözyaşı getirdi.

12 Eylül sabaha karşı 04.00’de, ülkeyi işgal emrini verenlere bir bakın. EVREN’ler, ŞAHİNKAYA’lar, TÜMER’ler, ERSİN’ler, CELASUN’lar, ÜRUĞ’lar... Bu isimlerin ardından hemen ne geliyor dilimizin ucuna? İşkence, ölüm, kan ve gözyaşı. Başka? Başka neler geliyor? Şirketler, daireler, katlar, arabalar, yatlar, kadınlar...

Ne diyordu EVREN cuntanın ilk günlerinde: ''Biz kendimizi feda ettik!'' Nasıl da feda etmişler kendilerini, lüks ve ayrıcalık içinde yüzüyorlar. Feda edilen halk ve ülke miydi, yoksa onlar mı?

İşkence, ölüm, acılarla yoğrulmuş bu toprakları Araplara, Amerikalılara, Almanlara, Japonlara, İngilizlere, uluslararası tekelci şirketlere karış karış sattılar. Hem de bedava, yok pahasına.

İşte bunun için işgal edildi ülke. Bunun için bir sabah 45 milyon insana ''teslim ol'' dediler. Bunun için sokakları her an ateşe hazır askerlerle, tanklarla, panzerlerle, mitralyözlerle donattılar. Bunun için binlerce insanı kışlalara, karakollara, emniyet saraylarına doldurup işkenceden geçirdiler. Bunun için onlarca insanın idam fermanını imzaladılar. Ve bunun için mahkelemeleri kurdular.

Tüm bunların yanında yatların-katların-arabaların-şirketlerin sözü mü olur?

Ne önemi var canım! Maksat vatan kurtulsun!

Sizin 12 Eylül dediğiniz nedir biliyor musunuz?

İşkencehaneleri düşünün biraz.

Ağzı salyalı, bir elinde içki şişesi, ağzında en bayağı küfürler bir işkenceci, çırılçıplak yatırmış falaka atıyor örneğin.

Veya ayaklarından tavana astığı bir gencin testislerini buran, elektrik veren, sadistçe çığlıklar atan bir işkenceciyi gözlerinizin önüne getirin.

Bu da mı yetmedi, o zaman bir genç kızın ırzına geçen ''güvenlik güçlerinizi'' düşünün. Güvenliğiniz nasıl sağlanıyormuş görün.

Kapatın gözlerinizi, bunları kafanızda canlandırın. Korkmayın 12 Eylülcülüğünüze halel gelmez korkmayın!

Hatırlamanız gerekir. Siz yine o kürsüdeydiniz. Ve biz de kimi zaman gözümüz, kimi zaman kulağımız patlamış bir halde, yahut da vücudumuz yara-bere içinde ve don-atlet buraya getiriliyorduk. İşte o zamanlar haklarında suç duyurularında bulunduğumuz cezaevi müdürleri vardı ya. Hani sizin de suç duyurularımızı ''cezaevi idaresinin tasarrufudur'' diye reddederek koruduğunuz cezaevi müdürleri. Onlardan bir tanesi daha itiraflara başladı. Gazetelerde işkence yaptığını gizlemiyor ve bu konuda açıklamalar yapıyor. Bu adamlarla ortak çalıştığınızı düşünün. İşte budur 12 Eylül ve onun mahkemeleri...

Ya siz savcı beyler, size anlatmaya gerek var mı 12 Eylül’ü?

Burada da anlatsanıza savcılık odasında bize anlattıklarınızı. Neden işkence yapmaya mecbur olduğunuzu yeniden anlatın. Sonra insanları nasıl yeniden işkenceyle tehdit ettiğinizi de anlatın. Tanıkların nasıl üzerine yürüdüğünüzü anlatmayı da unutmayın. Anlatamazsınız ama. O günlerdeki rahatlığınız yok artık. Hep öyle gidecek sanıyordunuz. ''Düştüler elimize, nasıl olsa asacağız hepsini'' diye düşünüyordunuz. Sizi böyle düşündüren, sizi böyle pervasız davranmaya iten 12 Eylül’dü. Ne güzel günlerdi onlar öyle değil mi? Ama 12 Eylül’ler böyledir işte! Bir anda yapayalnız bırakıyorlar insanı. Özcesi kullanıp atıyorlar bir kenara... Sizi ancak EVREN ve suç ortakları anlar. Onlar da aynı dertten muzdarip ne yazık ki...

Evet 12 Eylül mahkemelerinin yargıçları-savcıları. İşte sizin 12 Eylül’ünüz! Ve işte bu davanın ve tüm 12 Eylül davalarının temeli!

İşte 12 Eylül’ün huzur ve güveni! Koskoca 12 Eylül’ünüz, açtığı siyasi davaları bile bitiremeden köşe-bucak saklanacak yer aramaya başladı. İtiraflar itirafları kovalıyor. 12 Eylülcüler içtiklerini kusmaya başladılar! Ağızlarından halkın ve devrimcilerin kanı akıyor! Bu muydu huzur, bu muydu güvenlik?

Ve siz bu salonda; salonu temizletecek bir adam bile bulamaz durumda, yapayalnız bir halde iken 12 Eylül’ü sürdürmek istiyorsunuz.

Evet 12 Eylül kimine ikbal, kimine kan ve gözyaşı getirdi. Ve siz yargıçlar-savcılar sizler, 12 Eylül’le özdeşleştirdiğiniz bu davadan ne bekliyorsunuz? Evet ne bekliyorsunuz, istediğiniz idamlardan, vereceğiniz cezalardan?

Ne bekliyorsunuz başından sonuna işkenceye, katliama, yasadışılığa dayanan bu davanın sonucundan?

12 Eylül’ü mü kurtaracaksınız?

Kurtaramazsınız, kurtaramayacaksınız!

Neden kurtaramayacağınızı, bu davanın neden ve kime karşı açıldığını düşünürseniz bulursunuz.

Bu Dava Neden Açıldı?

Neden açıldı bu dava hiç düşündünüz mü?

Anarşi ve terörden mi söz edeceksiniz?

Düşünün biraz...

Katliamları düşünün bir. Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da, Elazığ’da, Malatya’da, kahvehanelerde, üniversitelerde, liselerde, meydanlarda olan katliamları, 1 Mayıs 1977’leri, 16 Mart 1978’leri, 24 Aralık 1978’leri düşünün. Kimler katledildi, kim katletti?

Fabrikaları düşünün. Emeğinin hakkını almak için direnen işçileri ve onlara saldıranları düşünün. Kim saldırıyordu işçilere, kimler kurşunlayıp bombalıyordu sendika binalarını, kimler pusularda katlediyordu, işkencelerde sakat bırakıyordu, öldürüyordu? Sizin güvenlik güçleriniz ve beslemeleri değil miydi bunları yapan?

Köylüleri düşünün. Bir karış toprağı olmayan, tefecinin-ağanın-jandarmanın elinden kan ağlayan köylüleri. Onların bir karış toprak mücadelesini sopayla, kanla, kurşunla bastırma emri veren jandarma subaylarının maaşlarını bu devlet vermiyor muydu?

Okulları düşünün ve faşistleştirilmeye çalışılan öğrencileri. Kim işgal ediyordu bu okulları ve kim kurşunluyordu öğrencileri? Faşist işgallerin, katillerin koruyucusu kimlerdi? Kimler bekçilik yapıyordu bunlara? Üniformaları ne renkti, maaşlarını nereden alıyorlardı bunlar?

Mahalleleri unutmayın! İşgal altındaki gecekondu mahallelerini, bombalanan, kurşunlanan, gece yarıları basılıp toplanan yoksul emekçi halkın oturduğu mahalleleri. Kim kurşunluyordu bu halkın oturduğu kahveleri? Kimler gece yarıları arama adı altında talan edip onlarca insanı işkence tezgahlarından geçiriyordu?

Kürtler vardı, hani dilini-kültürünü yasakladığınız, ''Dağ Türkleri'' dediğiniz Kürtler. Kürtçe konuşuyor diye bu insanları hapsedip işkenceden geçiren kimlerdi? Kimlerdi bunların isimlerini değiştirenler, yerinden yurdundan koparıp sürgün edenler?

Evet böylesi bir sivil ve resmi terör ve buna karşı mücadele eden devrimciler vardı. Dernekler kurdular, örgütlendiler, ''yasadışı'' örgütler kurdular ve mücadele ettiler. Faşist işgalleri kırdılar, can güvenliğini sağlamaya çalıştılar, işkencecileri ve faşist katilleri cezalandırdılar, emekçi halkla birlikte ekonomik-demokratik, siyasi haklarına sahip çıktılar.

Hangi terörden söz ediyorsunuz? Bu dava hangi terörü önlemenin bir aracı olarak açıldı?

Terör devam ediyor. 8 yıl boyunca en azgın seviyelere ulaştı. İşçiler, köylüler, öğrenciler, memurlar, öğretmenler, Kürt ve Türk halkı yani tüm emekçi halk, 12 Eylül gününden itibaren vahşi bir baskı ve sömürü altında ezilmeye devam ediyor.

Hangi terörden söz ediyorsunuz? Terör devam ediyor, hem de zincirlerini koparmış kuduz bir köpek gibi saldırıyor yoksul Türk ve Kürt halklarına.

Neyi, kimi yargıladınız açık konuşmalısınız?

Emekçi halkın baskı ve sömürüye karşı mücadelesini değil mi?

7 yıldır şu salonda terör diye, anarşi diye saldırdığınız emekçi halkın mücadelesiydi. Ve bu dava da bu nedenle açıldı.

12 Eylül, emekçi halkın mücadelesini boğmak için geldi. Katliamlar, işkenceler, darağaçları, toplama kampları bunun içindi. Tüm politikalar bunun üzerine kuruluydu. Ve mahkemeler de bu politikaların önemli bir parçasıydı.

Sindirmenin, gözdağının bir aracıydı mahkemeler. Devrimci, yurtsever militanları yok etmenin, çürütmenin ''yasallaştırılmış'' bir biçimiydi tüm 12 Eylül mahkemeleri. Ve sizler de bu politikanın, bilinçli veya bilinçsiz araçları oldunuz. Bilinçli de olsanız, bilinçsiz de olsanız, kullanılan bir araç oldunuz. Çünkü kullanıldınız. 12 Eylül’ün baskı politikasında kullanıldınız. Mahkeme bittiğinde, sizi bekleyen son, kullanılmış bir eşya gibi bir kenara itilmekten başka bir şey olmayacak. Bir kenara bırakılacaksınız ve kararlarınızı topluma karşı savunamayacaksınız.

Egemen güçlerin halka karşı politikalarının ''aracı değiliz'' mi diyorsunuz? Bir düşünün o zaman, 7 yıl boyunca ''hukukçu'' olmakla ilgili ne yaptınız? Yaptığınız hangi iş, hukukçuluğun ilgi alanındaydı? İşkencecilerle, toplama kampı müdürleriyle ortak çalışmak mı? Komutanlardan emir beklemek mi? Sanıksız duruşma yürütmek mi? Mahkeme salonunda operasyon emri vermek mi? Askeri Yargıtay Başkanınız bile ''işkence sözleşmesini uygulamayan davaları bozacağız'' derken, bu taleplerimizi ''bizi ilgilendirmez'' diye reddetmek mi? Hangi hukuk fakültesinde bunlar öğretiliyor?

Ama 12 Eylül’ün tüm politikaları gibi mahkemeler politikası da iflas etti. Pişman, dönek, yılgın, af dileyen insanlar yaratmaktı onun amacı. Bakın diyecekti halka; ''Bunlar mı sizi savunacak, bunlar mı sizi kurtuluşa götürecek, bunlara mı güveniyorsunuz?'' Ama diyemedi, sözler her seferinde kursağında düğümlendi kaldı.

12 Eylül mahkemeleri, oligarşinin yüz kızartıcı suçlarından biri olarak tarihe geçti. Oligarşi bu utançtan bir an önce kurtulmak istiyor. Onun içindir ki bir yıldır bu salonda en çok kullanılan sözcükler ''Acelemiz var'' oldu.

Türkiye’nin emekçi halkları, bugün 12 Eylül mahkemelerini çok iyi tanıyor. Mahkemelerin oligarşinin sesi olduğunu bildiği gibi, devrimcilerin de bu salonlarda emekçi halkın sesini yükselttiklerini çok iyi biliyorlar.

Oligarşi, bu salonlardaki sesinin gitgide kısıldığını çok iyi biliyor, bunun için sinirleniyor, bağırıyor, hezeyana kapılıyor ve artık kendini savunmakta güçlük çekiyor. Ama Türkiye’nin emekçi halkları, bu salondan yükselen gür sesinden gurur duydu her zaman ve duyacak. Onları utandırmadık, utandırmayacağız!

Ve siz 12 Eylül mahkemelerinin yargıçları, terörist mi arıyorsunuz?

Dosyaları, iddianameleri iyi karıştırın. Düzenleyenlerin isimlerini not edin bir yere, uzun bir terörist listesi çıkacaktır karşınıza.

Terörist mi arıyorsunuz? Mahkemenizin bağlı olduğu makama ve kuruma çevirin gözlerinizi, görürsünüz. Oradan da uzun bir liste çıkacak karşınıza.

Terörist mi arıyorsunuz? Sizin için anında özel yasalar çıkaran Cuntaya dikin gözlerinizi. En büyük beş teröristi bulacaksınız karşınızda!

Ya siz 12 Eylül savcıları, siz de mi terörist arıyorsunuz?

O kadar uzağa gitmeyin, aynaya bakmanız yeterlidir.

Evet, yargıçlar ve savcılar.

İşlerin buraya varacağını, herkesin 12 Eylül’ü; mahkemelerini, işkencecilerini, toplama kampı müdürlerini, generallerini, başbakanlarını, Devlet Başkanlarını, Konsey üyelerini suçlayacağını hiç beklemiyordunuz değil mi? Doğal... Geri bıraktırılmış ülkelerin bürokratları hep böyle düşünürler. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu durumu, neyin nereye varacağını göremezler.

Ama açın bakın, o, savcının mütalaasında ''itiraf'' diye kabul ettiği sorgularımıza, dilekçelerimize. 12 Eylül’ün de hükmünün sona ereceğini söylüyoruz orada. Orada Türkiye’nin küçük-burjuvalar ülkesi olduğunu, kimsenin zayıftan yana olmadığını da söylüyoruz. Dün 12 Eylül’e alkış tutanların, bugün 12 Eylül’ü yargılamak istemesi garibinize gitmesin.

Bu kadar yalnız kalacağınızı da hiç beklemiyordunuz kuşkusuz.

Açın bakın sorgularımıza-dilekçelerimize. Yalnız kalacağınızı, herkesin sorumluluğu size yükleyeceğini de söylüyoruz.

Neden böyle oldu düşündünüz mü?

Biz söyleyelim.

Birincisi, cüppelerinizle siyasete girdiniz, hem de Türkiye tarihinin en kanlı diktatörlüğünün emrinde yaptınız bunu. Siyasi mücadelede yasalar değil güç vardır. Yenenler ve yenilenler vardır. Yenen, yenilene kurallarını kabul ettirirse yenendir. İşte siz bu kuralları kabul ettirmenin aracı olmaya soyundunuz. ''Yenen'' taraf olmak bu mahkemelere bağlıydı, başaramadılar, başaramadınız!

İkincisi, tarihi yargılamaya kalktınız. Oysa tarih yargılanmaz, yazılır. Ve tarihi yazan da hep ileriye doğru hamle edenler olmuştur. Siz, tarihi geriye çevirmek isteyenlerle, durdurmak isteyenlerle birlikte tarihi yargılamaya kalktınız.

Nerede tarih demeyin. Tarih bu salondaydı her zaman.

Tarihi Yargılayamazsınız!

Bu dava, sadece buradaki 1300’e yakın insanla ilgili olmadı hiçbir zaman. İnsanoğlunun tüm tarihi vardı bu davada ve geçmişiyle-geleceğiyle tüm dünya. Ve sizler bunun farkına bile varamadınız. Farkına varmanız da düşünülemezdi. Çünkü dünyaya kara kaplı kitapların satır aralarından baktınız hep. Ve ufkunuz Selimiye’nin daracık pencerelerinin boyutlarıyla sınırlıydı. O yüzden ne tarihi görebildiniz, ne dünyayı, ne de Türkiye’yi.

Sizler hep bu salona baktınız, ama salonu da göremediniz. Görebildiğiniz sadece tahta sıralardı. Oysa dedik ya salon çok kalabalıktı. Tarih tüm varlığıyla salondaydı. Kimler yoktu ki?

Sokrat oturuyordu bir köşede. Elinde boş baldıran kadehi ve karşısında onu can kulağıyla dinleyen öğrencileriyle.

Spartaküs vardı sonra salonda. Yanında yüzlerce kendisi gibi köle arkadaşlarıyla.

Sonra Baba İshak da hiçbir duruşmayı kaçırmadı.

Bedreddin köşeye divanını kurmuş, Torlak ve Börklüce’yle birlikte müritlerini dinliyordu.

Tupac Amaru da sessiz ve vakur kişiliğiyle oturuyordu bu davada. Yanında beyaz adama lanet okuyan binlerce Kızılderili vardı.

Pir Sultan gelmişti, elinde sazı, dilinde ''dostun selamı.''

Siz salt bu tahta sıralara baktınız boş gözlerinizle. Ama ardımızdaki yiğit Paris Komünarlarını göremediniz.

Dünya proletaryasının bilim ışığı, öğretmenleri Marks-Engels aramızdaydı. Öğrencilerinin mücadelesinde haklılıklarını, zaferlerini onurla izliyorlardı.

Petersburg Sovyeti’nin işçi-köylü ve askerleri LENİN’le birlikte bu salondaki tartışmaların içindeydi çoğu kez.

Mustafa SUPHİ ve 14 arkadaşı buradaydılar. Karadeniz’in soğuk suları onları hiç ıslatmamıştı.

Mao, Kızıl Meydan’da topladığı bir milyondan fazla Çinliyle birlikte geldi her seferinde.

Vietnam cangıllarında Amerikan emperyalistlerine kan kusturan Vietkong’lar vardı; Ho Amca’nın etrafında bir çember olmuşlardı.

Bir köşede de sakallılar vardı. Sierra Maestra’dan yeni inmiş gibiydiler. Che her zamanki gibi ''emperyalizme karşı savaş naraları''nı haykırıyordu.

Deniz, Yusuf, Hüseyin, darağaçlarını da birlikte getirmişlerdi. Bizimle birlikte haykırdılar sürekli.

Mahir’ler Kızıldere’den geliyorlardı. Elbiseleri barut kokuyordu hala. Bütün direnişlerimizde, çatışmalarımızda yan yanaydık, omuz omuzaydık onlarla.

Apo, Haydar, Hasan, Fatih hep yanıbaşımızdaydılar. Konuşuyorlardı. Selçuk’lar, Ahmet’ler, Büçkün’ler, Hatice’ler de aramızdaydılar.

Üniforma giyemeden şehit olan Filistinli ''Çocuk Generaller'' vardı. Ellerinde sapanları hazırdı, cepleri taş doluydu yine.

Ve binlerce-milyonlarca isimsiz kahraman vardı, bakışları her an üstümüzdeydi.

Bu kadar değil tabii, salonda başkaları da vardı!

Atina despotları, Romalı tiranlar, şövalyeler-prensler-krallar, Amiral Cortes, Thiers, Çar, Kerenski, Çan Kay Şek, Diem, Batista, Salazar, Hitler, Mussolini, Franco, Somoza, Şah, Begin-Şaron, Pinochet onlar da buradaydı.

Sonra Kuyucu Murat Paşa’lar, Hızır Paşa’lar, Beyazıt Paşa’lar, Çelebi Mehmet’ler, Abdülhamit’ler, Nihat ERİM’ler de sürekli buradaydı.

İddianamelerin-mütalaaların, dosyaların içindeydiler. Her sayfada her satırda ''ben buradayım'' dediler. Kana kan diye, asın onları diye haykırıp durdular davanın başından bugüne dek.

Evet bu davada ne sadece buradaki 1300’e yakın insanın, ne de 12 Eylül generallerinin ne yaptıkları vardır. Bu davada insanoğlunun tarihi vardır.

12 Eylül savcılarına soruyoruz, ne yapmak istiyorsunuz?

Kimleri neye dayanarak suçluyorsunuz? İddianamelerinizi yazarken ilham aldığınız işkenceci katiller sürüsü hakkında, tarihin verdiği kesin hükmü bile bile, böyle bir işe hangi cesaretle girişiyorsunuz?

12 Eylül generallerine mi güveniyorsunuz yoksa? Boşuna savcı beyler, onlar her şeyi bir kenara bırakıp doldurdukları küpleri ve canlarını korumaya çalışıyorlar. Sizi düşünecek durumları yok.

Onların yaptıkları yasalardan mı cesaret aldınız? Bu da faydasız. O yasalar bir bir çöpe atılmaya başlandı. Oligarşinin yenilenmeye, 12 Eylül’ün açtığı, kangren olmaya yüz tutmuş yaralardan kurtulmaya ihtiyacı var. Emekçi halkın her geçen gün biraz daha yükselen muhalefeti karşısında, oligarşi, 12 Eylül’ü de, yasalarını da ve o yasalara dayananları da kurban etmekten çekinmeyecektir. Buna sizler de dahilsiniz.

Ya siz 12 Eylül yargıçları, ya siz neye güvenerek bu göreve koştura koştura geldiniz? Sizi mecbur kılan neydi?

Zorla mı getirdiler?

Geçim derdinden, sicil kaygısından mı geldiniz?

Bunların hepsi de basit gerekçeler olacaktır. Evet, basit insanların boyun eğeceği sorunlar, kaygılar, zorluklardır bunlar. Anlıyoruz. Evet ama, bunlardan değil tarihten korkmak gerekir.

Meslek aşkıyla mı geldiniz?

Yargıtay Başkanının bile, askeri mahkemelerin emir-komuta zincirine göre işlediğini, bunun için de bu mahkemelerin yapısıyla yargıçlığın bağdaşmayacağını belirttiği günümüzde, böyle bir gerekçeyi öne sürmek çok komik olur doğrusu.

Düşünceleriniz nedeniyle mi geldiniz yoksa?

O zaman açık olun. Bırakın yasaları, usulü-hukuku bir yana, açık davranın, cüppelerin arkasına saklanmayın. Ama böyle bir düşünceyle geldiyseniz yapamazsınız bunu. Çok denediler ve yenildiler.

O halde neden geldiniz? Bunu açıklamak gerekir. Çünkü 12 Eylül sizleri bir alet gibi kullandı ve şimdi yalnızsınız. Yalnız ve sahipsizsiniz. İnsan olarak da yargıç olarak da sahipsizsiniz.

Bugüne güvenmeyin, cüppelerinizi çıkardığınız anda tüm sorumluluklarınızla başbaşasınız.

Çarşıda-pazarda göğsünüzü gere gere ''ben DEVRİMCİ SOL davasının yargıcıyım'' diyebiliyor musunuz? Neden söyleyemiyorsunuz? Hiç düşündünüz mü?

Bu davanın kararı yasalarla verilemez. Karar tarihindir.

Bu davaya yasalarla bakmak basitliktir. Basit insanların mantığıdır. Basit insanların mantığı, çevresini saran iradelerin, kuralların çizdiği sınırlarla belirlenir.

12 Eylül’ün baskıyla-zorla-demagoji ve yalanla bir kalıba soktuğu kafalar ve yasalar bu davayı açıklayamaz. Hiçbir tarihsel olay, yasaya uygun olup olmamasıyla tarihe geçmemiştir. Her büyük olay, haklılığı ve haksızlığıyla tarihte kendine yer bulur.

Karar vermeyin demiyoruz.

VERİN KARARINIZI!

Verin idamları, cezaları ve yazın gerekçeli hükmünüze ''vatan haini''ydiler diye.

Evet vatan hainiydiler diye yazın hiç çekinmeden!

Çünkü biz emperyalizme ve faşizme karşı savaştık.

Çünkü biz emekçi halkın yanında olduk, onunla öldük, onunla ayağa kalktık.

Çünkü, grevlerde, fabrika işgallerinde, toprak işgallerinde, gecekondu yapımında, boykotlarda, yürüyüşlerde biz vardık.

Çünkü işkencenin, zulmün katliamların karşısında biz vardık.

Çünkü işkencecilerin, katillerin, kan emicilerin, sömürücülerin ölüm kararlarına kanımızla imza attık.

Evet verin kararınızı ve vatan hainleriydiler diye de ekleyin ve tarihe geçin.

Ama önce dinleyin.

Biz sizin ''terörist'', ''anarşist'', ''bölücü'', ''vatan haini'' edebiyatınızı yıllardır her gün, her saat, her vesileyle sabırla dinledik. Şimdi dinleme sırası sizde.

Dinleyin bir kere ''vatan hainliği''mizin öyküsünü.