Kendini ifade edebilmek.
[DevKad Bülteni mayıs 1999 sayı 3]
,,Söz gümüşse, sükut altındır!" Sadece kadın için değil bu "atasözü" kuşkusuz. Yüzyıllardır egemen ideoloji, baskı ve sömürü düzeninin devamı için, kendi insan tipim yaratmaya çalıştı: Suskun, silik, kendini ifade etmekten aciz, düşüncelerim ifade edemeyen, hakkım arayamayan insan tipini... Susmak, bir erdemmiş gibi yüceltildi. Susmak; çevrende gördüğün her türlü haksızlığa, adaletsizliğe rağmen susmak!.. Susmak; kendini ifade etmek, düşüncelerini belirtmek, yanlış gördüklerini eleştirmek, taleplerini dile getirmek yerine; karşındakinden seni anlamasmı, beklentilerini onun görüp yerine getirmesin!, istediklerini kendiliğinden onun vermesin! beklemek ve susmak... Tepkilerini, beklentilerini, isyanını içinde tutamayacak kadar dolunca da sızlanmak, söylenmek, beddua etmek, kahretmek, çevrene, yaşama küsüp iyice içine kapanmak vb. gibi eyleme dökülmeyen tepkiler göstermek. Bu davranış tipi, toplumumuzda genel bir alışkanlıktır adeta. Acizliğin, güçsüzlüğün bir ifadesi olan bu kişilik, egemenlerin baskı ve sömürü düzeninin bekaası için en uygun olanıdır çünkü. Bu yüzden de onlar, bizim hep suskun olmamızı isterler. Bu yüzden ,,sükut altındır" onlara göre. Bu ,,sükut" felsefesi(!), en çok kadın kişüiğinde egemen oldu yüzyıllardır. Kadının konuşması, kendini ifade etmesi, istek ve taleplerini dile getirmesi ,,ayıp" sayıldı. O susmalı, beklemeli, kendisine verilenle yetinmesini bilmeliydi. Annelerimiz, büyüklerimiz, hep susmamızı telkin etti. Zaten ,,yanın aklı" ile kadın, ne bilebilir, ne söylebilirdi ki? Aklının ermediği konularda konuşup, cahilliğini belli edeceğine, hiç değilse susmasını bilmeli, böylece daha olgun ve saygı-değer bir kimlik kazanmalıydı. Bilinçli-bilinçsiz, hep bu kültürle şekillendik. Ağzımızı açınca yanlış bir şeyler söyleriz, insanlar tarafindan ayıplanırız diye korkarız bir çoğumuz. Bir görev varsa ortada, ona talip olmaya utanırız adeta. Eğer bizim yapabileceğimiz bir şey varsa, birileri bize söyleyecektir nasılsa. Kimse bize doğrudan şu işi yap diye söylememişse, ya bizim yapamayacığımız bir iştir o, ya da daha iyi yapacak insanlar vardır mutlaka! Oysa içimizden, bir şeyler yapmak geçer. Biz de sosyal görevler almak, mücadeleye katkı sunarken düzenin bize sunduğu toplumsal rolü aşmak isteriz. Hem kendi içimizde haz duygusunu yaşamayı, hem de başkaları tarafindan takdirle karşılanmayı o kadar isteriz de, yine o utanma duygusu ağır basar, sessizce yerimizde oturmayı tercih ederiz... Bir kırabilsek o kabuğu, bir kez delip geçsek o duvarı, kendimize güvenimiz gelişecektir. Gözümüzde büyüttüğümüz o işlerin hiç de insan üstü yetenekler gerektirmediğim, biraz çaba ile, biraz emekle, biraz kendine güvenle altından kalkılabileceğim görmek mümkündür. Kendimizi ifade etme yanımızı geliştirmediğimiz sürece, sistemin bize uygun gördüğü toplumsal rolden kurtulmamız mümkün değil. Başkalannın bizi anlamasını, beklentilerimizi yerine getirmesini beklemekten kurtulup, ne istediğimiz!, nasıl olmasını istediğimizi anlatmak için kendimizi zorlamalıyız. Olmasım istediğimiz şeylerin gerçekleşmesi için, kendi emek ve çabamızı ortaya koymalı, gücümüz, yeteneklerimiz, olanaklanmız ölçüsünde kendimizi katmalıyız. Yaşamda hiçbir şey, emeksiz, çabasız, kolayca elde edilemez. Zaten emek harcamadan, çaba göstermeden, yorulmadan, kendinden hiçbir şey vermeden, kolayca elde edilen şeyler, insana bir şey katmayacağı gibi, haz da vermez. Hem bir konuda yanlış bile düşünüyor olsak, o konudaki düşüncemizi söyle-mediğimiz sürece, yanlışımızı görmemiz de mümkün değildir. Kendimizi zorlamadan, bir işi başarmaya çaba göstermeden, yük altına girmeden bunu "başaramayız" diye düşündüğümüzde, kendi yeteneklerimizin sınırını tanımamız da mümkün değildir. Aldığımız bir işin altında kalkamayabiliriz, bir görevi basan ile yerine getiremeyebiliriz. Bunda ne ayıplanacak, ne de kendimize güvensizleşecek bir durum vardır. Hata yapmaktan korkup hiçbir şey yapmayanlar, hiçbir şey öğrenemeyecekler demektir. Yenilgiler, başarısızlıklar yaşamadan, zaferler kazanmak, basanlar tatmak mümkün değildir. Bir çocuğun hiç düşmeden yürümeyi öğrenmesi mümkün müdür? Ya da düşeceğim korkusuyla yürümeyi denemeyen bir çocuk yürümeyi öğrenebilir mi? Yaşama katıldıkça, görevler aldıkça, kendimizi ifade etme yanlanmızı geliştirdikçe; hatalanmız, yanlışlanmız, yetmezliklerimiz, geriliklerimiz de ortaya çıkacaktır elbet. Ama onlan ortaya çıkarmadan aşmamız da mümkün değildir zaten. Bunlar asla moralimizi bozmamalı, bir daha ki sefere daha iyisini yapmak için kamçılamalıdır. Hep bekleyen olmaktan çıkmalıyız artık. Mücadeleye kendimizden bir şeyler katmalıyız. Bunu yaptıkça, hem özlemlerimize, taleplerimize daha yakınlaşmış olacağız, hem de kendi yeteneklerimizi, becerilerimizi geliştirecek, kendi sınırlanmızı aşacağız, insanların becerileri, yetenekleri, üretkenlikleri, ancak yaşamın içinde gelişir. Yaşamın içinde kullanılmayan bilginin, yeteneğin, düşüncenin topluma da, kişiye de kalkışı yoktur.