ÖZGÜRLEŞME; ÖRGÜTLENEN KADININ KENDİNDE ÖNCELİKLE İÇ DEVRİMİ
YAPMASIYLA ELDE EDILECEKTIR!
[Devrimci Çözüm ekim 1999]
Türkiye devrimci hareketinin ortaya çıkmasıyla birlikte ele alınan ve çözümler noktasında çaba gösterilen sorunlardan biridir kadın sorunu. Bu yazımızda, bir bütün olarak çözülemeyen, anlatırken de, yazarken de 30 yıldır çözülemediği için de sorun olarak gördüğümüz kadının özgürleşmesi sorununu tartışırken, kadının özgürleşmesine, daha doğrusu bir türlü "özgürleşememesine" neden olan faktörleri ele alacağız. Toplumdaki kadının özgürleşmesini, bir bütün olarak sorunun çözülmesini, kadının örgütlenme ve devrim mücadelesinde gören biz devrimciler, 30 yıldır bu anlayışla sorunu çözme cabası içindeyiz. Ne var ki toplumdaki kadından önce, örgütlenen, mücadele içine giren kadının özgürleşmesini sağlayamama sorunuz da var. Kaldı ki bu ikili ilişki, "örgütlenen kadın özgürleştikçe, örgütleyeceği kadın da özgürleşecektir" diyalektiğiyle ele alınması gerekmektedir. Devrimciler, yaratma mücadelesi verdikleri yarının yeni toplumunun tüm ilişki ve değerlerini, bugünden kendi bünyesinde yaratıp, yarma ve tüm topluma taşıyabilecek tarzda bir örgütlenme yaratabildiği oranda, tüm sorunları çözebilecektir. Ancak insanın insanlaşması-özgürleşmesi sürecinin adımları, başlangıcı olan ve bunu geleceğe, tüm topluma da taşımak için mücadele ettiğimiz süreçte, kendi iç devrimimizi gerçekleştirmedeki başarısızlık ve eksikliklerimizden dolayı, örgütlü kadınımızı da özgürleştiremedik. Özgürleştirme mücadelesi içinde olup da özgürleşemeyen örgütlü kadının sorunları söz konuşu olduğu sürece de genel olaraktoplumdaki kadının sorunlarım çözemeyeceğimizde ortadadır. Bu bağlamda ortada olan bu sorunların neler olduğunu ve çözümlerinin nerede olduğunu ele alacağız. ÖZGÜRLEŞMEMİŞ "ÖRGÜTLÜ KADININ" SORUNLARI Sistemin geleneksel ilişkilerini, aile kurumunu toplumsal değer yargılarını parçalayarak, özcesi düzenin verili ilişkilerini reddederek yeni bir ilişk-işleyiş biçiminin; yeni değer yargılarının, ahlakın, kültürün şekillendirdiği yeni bir zemine gelen ve yeni bir ideolojiyle (devrimci-sosyalist ideolojiyle) şekillenen bir örgütlenmenin içine gelerek mücadele eden kadın; geleneksel rolünden, ikinci sınıf insan rolünden çıkıp özgürleşmesi gerekirken, özgürleşme noktasında sorunlarla ve engellerle karşılaşmaktadır. Bu sorun ve engellerde belirleyici olan ilişki ve işleyişin kendisi olmakla birlikte, kadının kendi kimliğinden kaynaklı, kendisinin oluşturduğu sorunlar da özgürleşme önünde engeldir. Örgütlenmeler içinde belirleyici olan ilişki ve işleyişin mevcut sorunu çözememe yönünde oluşturduğu sorunlara
baktığımızda karşımıza çıkan tablosudur:
Devrimci ilişki ve işleyişin hakim olmadığı, bir bütün olarak sosyalist değerlerin ahlakın, kültürün, adalet anlayışının hakim olmadığı ve devrimci olmayan ilişki ve işleyişlerin hakim olduğu örgütlenmelerde, genel olarak içindeki tüm bireylere, özel olarak da kadına bakıştaki çarpıklığın bir ürünüdür çıkan sorunlar. Devrimci ilişki ve işleyişin olmadığı bir yerde, sistemin ilişkileri, değer yargıları içinde gelişen toplumsal sürecin çelişki ve çatışkıları devrimci saflara taşınır. Devrimci saflara taşınan düzenin bu duygu-düşünce-güdü ve davranışlarım devrimci tarzda dönüşüme, değişime uğratacak politikalardan yoksunluk, yaşamın her anma, her alanına uygulanacak, oluşturulacak anlayışlara da yansıyacak çarpıklık-eksiklik, yanlışlık doğurur. Ve sistemin ilişki ve işleyişi, bir biçimiyle kendini sürdürecek zemini mevcut örgütlenme içinde bulur, varolan zemini de sağlamlaştırır. Sapma akımlar da, sağa-sola savrulmalar da işte bu zeminde kendine yaşam bulur (tasfiyecilik, benmerkezcilik vb.) Öyle ki sistemin bireyler üzerinde yaratmış olduğu yabancılaşmanın kendini en açık ifade ettiği ahlaki değerlerin aşınması olan; bireycilik, çıkarcılık, sahtekarlık ve fırsatçılıkta kendini somutlayan, yozlaşma-kirlenme-çürüme olarak devrimci yapılar içinde varlığını sürdürür. Varlığını sürdüren bu olumsuzluk, insanın kendi kimliğini, gerçek anlamda devrimci kimliğini, gerçek insana-insanlaşmış insana özgü duygu ve düşüncelerine de sahip olmasını engeller. Dahası farklı bir objeye aktararak kendisi olmaktan çıkarır, kimliksiz bir kişiliğe büründürür. Özne olamayan kimliksiz bir kişilik, artık bir nesne konumuna düşer ve böyle bir birey, araştırmadan, sorgulamadan, düşünmeden yaşayan, sadece verilen görevi yapmakla yükümlü, kendi özgürlüğü için, gelişimi için bir şeyler isteme cüretinden yoksun bir kişilik haline gelir. İnsanın özü, tek tek bireylere bağlı bir soyutlama olmadığı, aksine tüm toplumsal ilişkilerin bütünlüğü olduğu ortadayken, devrimci insanın özü de, içinde bulunduğu devrimci ilişki ve işleyişin bütünlüğünde ortaya çıkar. Bu böyle olmadığında ise, çarpık olarak şekillenmiş, devrimcileşememiş-özgürleşememiş insanların varlığı söz konusu olur. Kendine, kendi cinsine yabancılaştırılmış kadın, bir bütün olarak bakıldığında, toplumsal çelişkilerin yaratmış olduğu kendiliğinden hareketlenmelere, kendi kimliğinden dolayı daha duyarlı, kendi çıkarlarını daha az düşünen özellikleri, daha fazla sahiplenme ve gösterdiği cesaretle daha fazla yer almaktadır. Ülkemiz devrim mücadelesinde de, özellikle 12 Eylül sonrası süreçte daha yoğun olarak devrimci mücadelelere katılmış ve özel olarak hareketimiz saflarında da katılım oranı oldukça yüksek rakamlara ulaşmıştır. Sadece katılım boyutuyla değil, hareket içinde yönetimde de üst düzeylerde yer alan kadınlarımız, mücadelenin hem siyasi, hem de askeri alanlarında komuta düzeyinde, önder kadro düzeyinde konumlanmalarına rağmen (ülkemiz devrim mücadelesinde, en çok kadın kadrosu bulunan örgüt olmamıza rağmen) kadın sorununu çözmede de, kadının özgürleşmesini sağlamada da başarılı olduğumuz söylenemez. Bir bütün olarak yukarıda nedenlerini ortaya koymaya çalıştığımız ve tasfiyecilikte kendini ifade eden ilişki ve işleyişlerin, devrimcileştirilememesi sonucu, genel olarak insanlarımızın, özelde de kadınlarımızın devrimcileşmesi ve özgürleşmesi önünde belirleyici engel olmuştur. Toplumsal olarak hep ezilen ve ikinci sınıf insan olarak hep geleneksel rollere mahkum edilen, kendi kimliğine yabancılaşma temelinde, erkekten güç alan bir duruma gelerek daha da ezik bir konuma düşen kadın, kendi kimliğinin yarattığı özellikleriyle de içinde taşıdığı devrimci potansiyeli, dinamiği açığa çıkararak özgürleşebilir düşüncesinin, örgütlendiği andan itibaren mücadelesini vermek durumundadır. Ne var ki bu noktada örgüt ilişki-işleyişinin engel olduğunu görmesine rağmen, onu devrimcileştirme yönünde vereceği mücadelede atıl kalması, objektif olarak örgüt içinde kadına yönelik statükoyu kabullenmesi anlamına gelmiştir. Ki kadın sorununun çözümü de, kadının özgürleşmesi de sadece dergilerde yazılan çizilen ve 8 Martlarda ifade edilen bir gerçekliğe dönüştü. Kaldı ki burada ifade edilenlere de anlayış olarak baktığımızda, devrimci anlayış olmaktan uzaklaştığım görürüz. Şöyle ki sorunun temel nedenini doğru biçimde koymadan, çözümü küçükburjuva özgürlük anlayışım benimseme temelinde ya erkeklere havale ederek, ya da tamamen "kadın beyninde" çözümünü öngörmek, devrimci bir çözüm değildir. Devrimci olmayan bu çözüm tarzları da, kadının özgürleşmesin! sağlamak bir yana, mevcut sorunları daha da derinleştirdiği ortadadır. İnsanın özgürlüğünü engelleyebilen her şey onun özü ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılıdır. Bu gerçeklikten yola çıktığımızda, özgürleşme ve özgürleştirme mücadelesi içinde olan kadının, bu sorunu çözmede, özgürleşme önünde engeller yarattığım görmekteyiz. Herşeyden önce kadının bir kimlik sorunu vardır. Yani kadının kendini tüm yönleriyle tanımlaması ve özgür temel de kendi gerçekliğiyle buluşmasıdır. Kadının kendi kimliğini ifade etmesine daha bütünlüklü bakarsak; her kadın kendini sınıfsal, siyasal, sosyal, cinsel olarak yeni bir tanıma süreci içine sokmasıdır. Bu tanımlamayı genel hatlarıyla devrimci mücadele içinde öğrenmeye başlar. Ne var ki bu öğrenme, sağlıklı gelişmez. Çünkü bu "kimliği tanıma" sürecinde, düzenin etkileriyle hareket edilir ve çarpıklık da burada başlar. Şöyle ki, kadın için bu gerçeklik erkeğe göre biçimlenen mevcut statükonun aşılmasıdır. Erkeğe olan bağımlılığın kırılmasıdır. Bugüne kadar düşüncede-duyguda-davranışta erkeğe-erkekliğe bağımlı bir şekillenme söz konusudur. Bu nedenle kimlik kazanmada ilk düşünülen bu bağımlılığın kırılması ve kendi kimliğiyle ayakları üzerinde durabilmesidir. Ne var ki bunun gerçekleşmesi çok zor olur, ya da bir çok çarpıklığı beraberinde doğurur. Kendi kimliğine yabancılaşmış kadın, geleneksel rolünün getirmiş olduğu pasif ve edilgen konumunu gizlemek, yok etmek için yabancılaşma temelinde kendi özgücü ve özgüveninden yoksunluğunun sonucu, hep erkeğin gücüne sarılmış ve o gücü kendine dayanak yaparak kendini güçlü göstermeye çalışmıştır. Ne var ki bu duru, hemcinsine yabancılaşmayı de daha fazla getirmiştir. Bunun en somut ifadesi, bir bayanın bir başka bayanın yöneticiliğini-sorumluluğunu kabullenmede zorlanması ve dahası onu çekememesi, kıskanmasıdır. Kendi kimliğini kazanmada düşülen bir diğer durum da, tamamen "erkeğin reddedilmesidir". Ki bu kafalarda çarpık küçük burjuva akımlarım, feminizmi doğurur. Bu, sadece küçük burjuva anlamda bir "özgürlük" getirir. Ki devrimci saflarda kendini yaşatacak bir yer bulamaz ve kadının gerçek anlamda özgürleşmesi söz konusu olamaz. Ne yazık ki doğru devrimci anlayışlarla çözümlenemeyen ve devrimci çözümler üretilemeyen kadın sorununa bu yönlü bakış, devrimci örgütlenmelerde bayanlar içinde gizli feminist kadınlar oluşturarak özgürlük anlayışım, özgürleşme-özgürleştirmeyi farklı biçimlerde bilince çıkarmıştır. Doğal olarak bu davranışlar da pratikte buna göre şekillenmektedir. Kadın, politikleştiği, siyasal bilince ulaştığı oranda kadın kimliğini kazanacak ve özgürleşmede çok önemli bir adım atacaktır. Kendi kimliğini tanıyan-reddetmeyen kadın, kendi kimliğinin üzerine, kendinde devrimi daha çabuk gerçekleştirecek, özgürleşme-özgürleştirme mücadelesinde önemli adımlar atarak kazanımlar elde edecektir. 30 yıldır süren bir mücadele ve bu mücadele içinde kadının özgürleşmesi yönünde yaratılan değerlere rağmen hala kadın kimlik bulma-özgürleşme mücadelesinde belli bir yer edinememiştir. Bunda, yukarıda belirttiğimiz nedenlerin yanında, yine önemli bir faktör şudur: Düzenin kendisine biçmiş olduğu kimliğin ve rolün özgürleşmesinin önünde engel olduğu gerçeğini kabullenerek, gerçekte düzenin erkeğe biçtiği rolün özgürleşme olduğu yanılsamasına kapılarak, kendi kimliğinden sıyrılıp erkeğin kimliğine, erkeğin rolüne özenen kadın kimliğine girmesi ile özgürleşeceğini düşünmesi, örgütlü kadının kadının önemli bir handikapidır. Özünde düzenin yaratmış olduğu duygu ve düşüncelerin kendinde giderilememesinin somut bir ifadesi olan bu durum yaratmış olduğu olumsuzluklar oldukça fazladır. Kendi özgünlüğünü, kendi cinsinin özelliklerini bir kenara bırakarak, "erkeğe benzeme" temelinde yeni bir "röle" giren kadın, bu tavrıyla tam bir "erkek karikatürü"ne döner ve her şeye yaklaşım, kaba bir tarza bürünür. Düşüncede de, duyguda da, davranışta da hep kaba pratikçi olur. Kendi cinsine de erkekten daha kaba yaklaşır. Düşünce anlamında yaşadıkları geriliktir, hantallıktır, yaratıcılıktan-özgürleşmeden uzaktır. Kendi kimliğinden giderek uzaklaşan bu karikatür erkek tipli kadın, ne kendi emeğine sahip çıkabilir, ne de bir başkasının emeğine... Sınıfsa-ltarihsel gerçekliğini de yadsıyan bu tip kadınlar, her şeyde yüzeysel oldukları-davrandıkları gibi, kendi özgürlük anlayışlarında da bir derinlikleri yoktur. Erkeğe benzeyerek, kendilerini erkeğe kabul ettirmek ve onlara beğendirmekten başka bir kaygıları da yoktur. Aldığı görev ve sorumlulukları da yine kendini beğendirme cabası içinde kullanır. Bir kadın olarak ne duygusunu, ne de düşüncesini devrimci tarzda örgütleyemez ve bu da genel olarak amacından sapmasına yol açacağı için, davasıyla bütünleşemez ve her şeyde bir soğukluk yaşar. Sevgisi de sahtedir. Kadının tarihsel ve sınıfsal gerçeğinin bir ürünü olan böylesi tipler, düşünce ile emeğin arasında sağlıklı bir bağ kuramayacağından, ilişki ve işleyişin devrimci olmadığı bir noktada, var olan statükoları parçalama konusunda hep atıl ve geri duracak ve devrimci olmayan sapma akım ve yaklaşımların yeşerip güçlenmesine her zaman iyi bir zemin olacaklardır. Bu da kendine yabancılaşmasını da cinsine yabancılaşmasını da daha da derinleştirecektir. En gerici ideoloji ile şekillenen örgütlenmelerde dahi kadın dinamizminin yaptığı işlerde, örgütlenmelerde ve kendi mücadelesinde kazandığı başarı lar ortadadır. Bunun neden böyle olduğu da açıktır. Sistem tarafından ve yüzyılların oluşturduğu erkek egemen anlayış tarafından sömürüye ve baskıya uğrayan kadın, bu ezilmişlik ve sömürülmüşlükten kurtulabilmek için, kurtuluşunu-özgürleşmesini gördüğü yerde, davasınamücadelesine daha fazla sarılmakta ve sahiplenmektedir. Ne var ki, devrimci mücadele içine giren kadınların, özgürleşme-özgürleştirme mücadelesi içine kadınların. bulundukları yerden dolayı hemen "özgürleştik" yanılsamasına girmesi, doğru tarzda bir devrimcileşme sürecine girmemesinden kaynaklıdır. Özgürlük, sadece düzenin verili ilişkilerin reddetmek ve mücadele zemininde yer almak değildir. Ya da devrimci mücadeleye girmesiyle düzendekinden farklı olarak hareket alanında oluşan sınırsızlık da özgürlük değildir. Şu bir gerçektir ki, özgürlük "zorunlulukların bilinciyle hareket etmeyi gerektirir", ilkeler bağlanmış bir yaşamı zorunlu kılar. İdeolojik, politik, örgütsel bilincin kendinde netleşmesiyle kazanılan özgürlük; bir bütün olarak güç olmak ve gücünü örgütleyebilmektir. Bunun için de kendine, kendi cinsinin gücüne inanarak, başarıyı da, gelişimi de kendinde, kendi cinsinde görmek ve bunu örgütleyebilmek, bunun araç ve yöntemleriniyaratabilmektir. Ayrıca devrimci mücadele içinde geleneksel kadın kişiliğiyle yer alındığı oranda da özgürleşme sağlanamaz. Yani kadına özgükadın cinsinin psikolojisiyle yer alanlar, kendi kişiliğini anlama-tanıma ve bu kişiliği devrimci hale dönüştürmede oldukça zorlanmaktadırlar. Bu durum farklı bir yan daha ortaya çıkarmaktadır. Ki kadın tarafından yeni bir yaşam, yeni bir kişilik kazanılmaya çalışılınca, elbette buna yeni bir ruh katmak gerekir. Kadının doğasında bulunan birçok güzel özelliklerin; sahiplenme duygusu, özveri, cesareti, üslubu-hitabı, duygularının yumuşaklığı-inceliğinin oluşturduğu özelliklerin yarattığı ruhu, devrimci yaşamın her alanına-anına katabildiği oranda bu yaşam daha da zenginleşir, güzelleşir. Oysa düzenin oluşturduğu, düşünce ve duygularının şekillendirdiği kadınsılığı-kadın cinsinin psikolojisini mücadele içinde yok etmeyen ve dayatan unsurlar ise, yaşamı güzelleştirme yerine hem kendilerine, hem de bir bütün olarak ilişkilerine yaşamı çekilmez hale getirerek çirkinleştirirler. Kadının varlığı, eğerdüşünceleriniduygularınıgüdülerini düzenden koparıp, devrimci düşünce-duygularla şekillendirebilmişse mücadeleye güzellik katacaktır. Örgüt içinde, mücadele içinde olup da örgüt bilincini kavrayamamış-sıradanlaşmayı aşamamış, siyasal bilinci ulaşamamış kadınların yaklaşımlarında apolitiklik her zaman söz konuşu olur ki bu türden unsurları yönlendiren de kadınsı duyguları ve tepkileridir. Bu tip kadınlar her şeye kapalıdır, özellikle de yeniliğe ve özgürleşmeye kapalı olup kendilerine bir statüko kurarak mücadele içinde bu statükoyu koruyan bir unsur olarak hep olumsuzlukları bünyesinde barındırır. Ve süreçle doğru orantılı olarak devrimcileşme söz konuşu olmadığından da bunalımlar başlar ve hiçbir zaman yok edemediği yok etmek için çaba göstermediği kendisinde var olan düzenin duygu-düşünce ve davranışlarının açığa çıkması için zemin yaratır ya da varolan olumsuz zemini kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirir-güçlendirir. Bu noktada kadında daha yoğun olarak varolan; dedikodu, çekiştirme, merak, sürekli didişme, kıskançlık, kendi cinsini kabulanmama, kışkırtma, tahrik, entrika, ilgi gördüğü oranda kendini gündemde tutma/tartıştırma, ilişkilerini daraltma, ilgi görmediğinde pasifleşme, daha da edilgenleşme, her bakımdan herkesle uzlaşma, özellikle kendi cinsinin gücüne güvenmeme vb. zaaf ve eksiklikler ortaya çıkar ki bu aşamadın sonra iradi olarak zayıflama, daha da sıradanlaşma, silikleşme gündeme gelir. Mücadele içinde olan örgütlü kadının, hem örgütsel ilişki ve işleyişten, hem de kendinden kaynaklı sorunları belli yönleriyle ortaya koymaya çalıştık. Yaşadığımız süreçte özellikle geleneksel sol anlayışların kadına yaklaşımlarında, 30 yıllık devrimci sürece baktığımızda, tutuculuğa, kadına sadece "verili rolleri" uygun gören ve bu noktada statükolar yaratan bir anlayışa sahip olduğu, bugün de bu anlayışı kırma yok etme yönündeki çabalarının yok denecek kadar az olduğu, varolanın da "çözüm gücü" olmaktan uzak olduğu ortadadır. Yine bir bütün olarak devrimci mücadelede geçen 30 yıllık süreçte, gerek ideolojik-politik, gerekse de örgütsel ilişkiler bazında, tüm bu süreci kucaklayacak tarzda doğrular ortaya konulamadığı gibi, kimi süreçlerde ortaya konulan ideolojikpolitik yaklaşımların süreci kucaklaması ve devrimci mücadelenin yükselmesine karşın her süreci kucaklayabileceği düşünülen ideoloji-politika ve buna bağlı olarak şekillenen örgütsel ilişki ve işleyişin kadın sorununakadının özgürleşmesine çözüm noktasında eksik kaldığı da ve bu yöndeki çabaların da yetersizliğini gelinen nokta çok net ortaya koymaktadır. Mevcut soruna yönelik yapılan değerlendirmeler ve bunların ışığı altında oluşturulan politikalar, Marksist-Leninist bakış açışı temelinde, devrimci temelde oluşturulamadığı noktada, ne bu sorun ne de bir başka sorunun çözülemeyeceği açıktır. Devrimi, devrim mücadelesini sadece mevcut sistemin değiştirilip, ekonomik ve politik olarak düzenlenmesi olarak algılayıp insansal ve zihinsel yaşamın tüm alanlarında niteliksel değişimi ve yeni insanın bilincinde kökten değişimler yaratmak (zihinsel yaşamı yeni değerler temelinde değiştirmek, kitlenin bilincinde değişimlere yol açarak yüksek yaşam biçimi oluşturmak) olarak kavrayamazsak ve bugünden kendi içimizde ilişki ve işleyişimizde nüvelerini oluşturamazsak.... biz bu sonunu ne bugün, ne devrimde, ne de devrim sonrası çözebiliriz. Dahası "devrim çözer" ertelemesiyle sürekli yanılgıya düşeriz. Bu bağlamda sorunun çözümüne yönelik olarak bir kez daha belirtmekte yarar görüyoruz: Kadın konuşu, kadınınin özgürleşmesi sorununun, sadece erkeklerden beklemekle ya da sadece öncelikle kadın olarak kendi "ben"imizde çözelim demekle çözülemeyeceği açıktır. Bu arada, elbette öncelikle kendi kafalarımızda sistemin şekil verdiği anlayışlarla oluşturduğumuz statüleri kırmamız, toplumun bizde oluşturduğu tarihsel ve geleneksel şekillenmelerin dışına çıkarak, toplumun bizlere biçtiği rolden (hem kadın, hem de erkek olarak) soyunarak yeni bir röle, devrimci özgür insan kişiliğinin özelliği olan duygu-düşünce ve davranışları taşımamız ve bu yönde faaliyetlilikler içinde olmamız gerekmektedir. Özgür kadın kimliği; özgürleşmiş kadın; mücadeleyle, bir bütün olarak örgüt ideolojisi ve politikasıyla yaratılacaktır. Bu aynı zamanda, hem kendi cinsiyle (kendisiyle) hem de karşı cinsle mücadeleyi de doğuracaktır. Devrimci ideolojiyle şekillenen her kadın, düzenin geri ilkel ideolojisiyle şekillenen duygu-düşünce ve güdüleri yok ederek, aşarak özgürleşme yönünde önemli adımlar atacaktır. Bu yanıyla her iki cinsin özgürleşmesinin biraradalığıyla, kadının özgürleşmesi söz konuşu olacaktır. Önemli olan devrimci bir anlayışa-yaklaşıma sahip olmasıdır. Bu anlayışın, siyasal ve askeri önderliğin, çok çeşitli yerlerinde kadının varlığım kabul eden (konumlandıran) ve bunu geliştiren somut olgularda yansıtmayı başarmasıdır. Ayrıca kadının genel devrimci mücadele içinde kazanmış olduğu yetkeyi (sorumluluk ve görevlerini) kadının kurtuluşunun, özgürleşmesinin bir ürünü sonucu olduğunu kavratması ve anlayış düzeyine çıkarması önemlidir. Kadını geleneksel rolünün dışına çıkaracak istihdama yönelmesi ve önünün her yönüyle açık olduğu zeminini yaratması, "kadınların siyasal bilinçlenme süreci, aynı zamanda onların özgürleşme sürecidir" (Devrimci Sol Savunma) Geçmişten beri şiar olarak edindiğimiz bu anlayışla hareketimiz içinde kadının özgürleşmesine ve kadın sorununun çözümüne özel bir önem verdik. Ancak anlayış düzeyinde benimsediğimiz ve bunun gerçekleşme zeminini (ilişki ve işleyişte) tam olarak oluşturamadığımızdan, ve bu anlayışı başta kadınlarımız olmak üzere insanlanmıza kavratamadığımızdan dolayı, başarılı olduğumuz söylenemez. Başarısızlığımız, kendimizi kendimizle kıyasladığımızda ortaya çıkan bir olgudur. Diğer solla kıyasladığımız zaman, Türkiye devrim mücadelesinde bu noktada belli mesafeler kat ettiğimiz görülür. Ne var ki gelinen noktada, devrimci bir örgüt oluşturma sürecimizde, bizim açımızdan önemli bir yer tutan kadının özgürleşmesi konusunda; gerek anlayış düzeyinde gerekse de bu anlayışa pratikte değerini verme boyutuyla gereken emek ve çabalarımızla, faaliyetlerimizle, kendi ilişki ve işleyişimizde bunun zeminini oluşturup, kurum ve örgütlenmelerini yaratma yönünde adımlarımızı attık. Bundan sonrası, bu faaliyetlerimize hız vererek gelişmek/geliştirmek, örgütlemek, mücadele etmek temelinde çabalarımızı sunmalıyız.ÖRGÜTLENDİKÇE ÖZGÜRLEŞECEK, ÖZGÜRLEŞTIKÇE ÖRGÜTLENECEĞİZ!