ASLOLAN DEĞİŞTİRMEKTİR!
[Devrimci Çözüm şubat 1999]
Bir 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü daha yaklaşıyor...
Yine egemenler ve onlara yedeklenmiş kimi "demokrat" çevreler bu günün anlamım bulandıracak, içini boşaltacak demagojilerle "kadın sorununu" tartışacak, sahiplenecekler. Yine devrimciler, sosyalistler emekçi kadın’a vurgular yapacak ve 8 Mart'ın bir mücadele günü olduğunu haykıracak, paneller, gösteriler, şenlikler vb. yapacaklar. Feministler atıp-tutacaklar yine. "Mor Çatı"lar, ,,Pazartesi"ler kadının nasıl bir cinsel baskıya maruz kaldığım, koca dayağım, çocuk doğurmanın ve evlenmenin nasıl da kadının özgürlü-ğünü elinden aldığım, vb. vb. anlatacak, erkeklere karşı örgütlenmeyi teşvik edecekler. Kendileri konuşup, kendileri dinleyecekler. Gülüp geçecek çoğu belki. Ya da kimileri bunların nasıl da burjuvazinin çıkarlarına hizmet ettiğini anlatacak dili döndüğünce. Ve yine kadınlarımız, bu toplumun yarışım oluşturan ve onlar olmadan devrimi asla gerçekleştiremeyeceğimiz kadınlarımız, belki de artık kulaklarına daha tanıdık gelen bu günün kendileri ile ilgili bir gün olduğunu bilerek, -belki de bilmeden- eskisi gibi yaşamaya devam edecekler. Kimi dayak yiyecek o gün, kimi çamaşır yıkayacak, kimi aksama ne pişireceğim ya da çocuğun mamasını, bezini düşünecek, kimi kirayı, bakkalın borcunu ya da kocasının işten çıkarılmasını, kimi kondusunun ne zaman basma yıkılacağım düşünecek, kimi evin işinin yorgunluğu ve telaşında işe koşturacak, kimi alışveriş yapacak, kimi kuaföre gidecek belki... Belki eşlerinden, sevgililerinden bir çiçek, bir öpücük, bir kucaklama görmenin sevincini yaşayacak daha az bir kısmı. Sonra? Sonra 9 Mart gelecek, ve her şey eskisine dönecek. Zaten ezici çoğunluğun yaşamında da bir gün için bile olsa bir şey değişmemişti ki!.. Her 8 Mart'ı böyle mi karşılayacağız? Her 8 Mart'ı böyle mi uğurlayacağız? Kim değiştirecek kadının bu uğursuz kaderini? ,,Kadın" deyince toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan kadını kastediyoruz, "devrimci kadınlarımız" üstüne alınmasın! Onlar, kadının bu ezilmişliğini, ikinci sınıflığını, düzenin zorla içine soktuğu kalıplar içindeki daracık dünyasını, geri bıraktırılmışlığını fazla dert etmesin. Nasıl olsa devrimi yapınca kadını kurtaracağımız için, ve devrimci olmakla da kadın sorununu aşmış oldukları için, böyle tali işlerle uğraşmak yerine daha ..önemli" işlere kafa yorsunlar!.. Gerçi kadının kurtuluşunun ancak sosyalizmde olduğunu söyleyenler, bu söze "kadınlar katılmaksızın devrimin olamayacağı" gibi bir ayrıntıyı da ilave etmişler ama, burada kasdedilen "kadın" toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan geri bıraktırılmış kadın değil, biz devrimi "kadın sorunu" olmayan kadınlarla yapacağız zaten! Evet, bir kara mizah gibi değil mi? Ne yazık ki içinde bulunduğumuz gerçek bu. Bu sadece devrimci hareketimiz açısından değil, genel olarak bütün ülkemiz solu açısından geçerli bir durum. Kadın sorunu feministlere kalmış. Sosyalistler de 8 Mart'tan 8 Mart'a, idare edip gidiyorlar... Bu kara tabloda kontras yapan canlı renkler de var kuşkusuz. '95'ten bu yana hiç bıkıp usanmadan, her Cumartesi günü Galatasaray meydanında kayıp evlatlarının akıbetinin açıklanmasını isteyen ve hesap soran Cumartesi Anneleri var. 15 yıldır süren ulusal kurtuluş mücadelesinin politikleştirdiği, belki okuma yazması olmayan, belki Türkçe konuşamayan, ama ortalama bir Türkiyeli işçi ailesinin erkek bireyinden daha fazla politikleşmiş Kürt kadınları var. Onlar 8 Mart'ta da, 8 Mart'tan sonra da, bilinci dumura uğratılmış, vicdanı sağırlaştırıirnış topluma; gözaltında kaybedilen-katledilen evlatlarım, faili meçhul cinayetleri, baskıları, işkenceleri, Kürdistan'da 15 yıldır kesintisiz devam eden kirli savaşı, insanlık dışı uygulamaları haykırıp, birsestaşımaya çalışacaklar. Peki ya biz? Ezici çoğunluktaki kadın kitlelerinin içinde bulunduğu apolitikliği, bilinçsizliği, örgütsüzlüğü, hareketsizliği gördüğümüz halde; ve bu ezici çoğunluğa ulaşıp onları örgütle-mediğimiz takdirde, varolan onurlu seslerin de boğulup etkisizleştirilmesinde pay sahibi olacağımızı bilerek, yılın bir gününe sıkıştırılmış eylemlere sığınarak nasıl yaşayacağız? Sadece kadınlar mı eziliyor? Sadece kadınlar mı apolitik? Sadece kadınlar mı bilinçsiz, örgütsüz, hareketsiz? Elbette ki değil. Kadınların içinde bulunduğu durumdan erkek cinsi mi sorumlu? Devrimci hareketlerin suçu mu bu? Devrimci kadınların suçu mu yoksa? Hayır, bunların hiçbiri değil. Sorun, suçlu arayıp bulmak değil. Bir suçlu varsa o da bu sistemin ta kendisi. Bu düzenin işleyiş çarkında aramak gerekiyor kuşkusuz sorunun temelini. Ama bunu zaten hepimiz (en azından tüm devrimciler) biliyor ve bunu bilmek yetmiyor. Sorumluluk duymak gerekiyor. Devrime karşı, topluma karşı, kadına karşı -ve hele ki hemcinsimizse o- iki kat sorumluluk duymak-taşımak gerekiyor. Sorumluluk duygusu bilinçle orantılı bir olaydır. Ama bilinç, "bilmek"ten ibaret bir şey değildir. Bilmek yeterli bir duygu olsaydı, bütün burjuva politikacılarının topunun tek bir adam etmeyeceğini, halkın sorunlarına çözüm getir-meyeceğini bu halk da biliyor. Ama yine de her seçim zamanı gidip, içlerinden birine, kendisince ..kötünün iyisine" oyunu vermeye devam ediyor. Çünkü bilinç, "bilmek"ten çok daha yüksek bir kavrama durumudur. Ve ne yazık ki kadınlarımızın, -hem de en devrimci olanların çoğu dahil- kadının geri bıraktırılmışlığı, kadının ezilmesi, sömürüğü ve kurtuluşu ile ilgili yeterli donanıma sahip olmadığı çok açık. Ne yapacağız? Yakınmaktan, sızlanmaktan, ya da görmezden gelmekten kurtulmak gerekiyor. Hele ki kendimize devrimci diyorsak, Marksist-Leninist diyorsak, Marks bize bunun yolunu tam 100 yıl önce göstermiş: "Bugüne kadar filozoflar, dünyayı yorumlamakla yetindiler. Oysa aslolan onu değiştirmektir!" Değiştirmeye kendimizden başlamak gerekiyor. Çevremizden, yanı başımızdaki yoldaşımızdan, arkadaşımızdan başlamak gerekiyor. İlk önce neyi değiştirmeliyiz? Önce bu duyarsızlığı, vurdumduymazlığı, ilgisizliği, sorunu görmezden gelmeyi ya da onu gördüğümüz halde sadece sızlamp durmayı değiştirmemiz gerekiyor. Yeni bir işe başlarken ellerimizi yıkadığımız gibi, bütün bu kanıksadığımız ruh halini, üstümüzden yıkayıp atmamız gerekiyor. Sonra işe girişmemiz gerekiyor. Yıllardır içinde bulunduğumuz atıllığa inat, büyük bir coşkuyla, ama bir kadının o tükenmez sabrıyla işe koyulmak gerekiyor. Yapılacak çok iş var ve yol çok uzun çünkü. Taa sınıfsız topluma kadar uzanacak bir yürüyüş bu. Ama kat edilen her mesafe, coşkumuzu, zafere olan inancımızı ve sorunu sahiplenme duygumuzu arttıracaktır. Sahiplenme duygusu, yaşamın içinde artar ve bilinç ve sorumluluk duygusu üzerinde muazzam bir etki yapar. Eğer bir faaliyete dökmezsek, bildiklerimizin ne bize, ne başkasına yararı olmayacağı gibi, bir mesafe kat etmemiz de mümkün değildir. Nasıl halktan kopuk yaşayan bir devrimci, sadece halka değil uğruna yaşamım adadığı devrime yabancılaşırsa, kendi hemcinsine yabancılaşmış bir kadın da, kendi kurtuluşuna yabancılaşır. Oysa yaşamın içinde örgütlenmiş her faaliyet, küçük de olsa bir mesafe kat etmemizi getireceği gibi, içine emeğimizi kattığımız bu çalışmaya karşı sahiplen-memiz, sorumluluğumuz artar. İşte orada zaten bir gelişme yakalamışız demektir. Evet, nereden başlayacağız sorusuna çok genel de olsa bir yanıt bulmak zor olmadı. Kendimizden, çevremizden, yanı başımızdaki yoldaşımızdan, arkadaşımızdan, belki mahalledeki komşumuzdan... Nasıl başlayacağız? Çok idealize edilmiş programlarla değil kuşkusuz. İki, üç, beş- kaç kişi ile bir araya gelebiliyorsak, hatta kimseyi bulamıyorsak tek başına; önce neler yapabileceğimizi düşünmek gerekiyor. Kadın dünyamızda bir şeyleri değiştirmek, yaşamı ve mücadeleyi zenginleştirmek, kendimizi ifade etmek için neler yapabileceğimizi düşünmek... Sonra bunları paylaşmak ve tartışmak. Devrimci yapı ile, yanı başımızdaki yoldaşımız, esimiz, arkadaşımız ile... Ürkek ve kendine güvensiz değil, ukala ve çiğ hiç değil. Dostça, yoldaşça,sırdaşça...
Belki düşündüğümüz şeyler pek de gerçekçi değildir, hatta belki yanlış düşünmüşüzdür ve bunlar hiç de devrimci şeyler değildir. Ama belki de biz doğru şeyler düşünmüşüzdür de payiaştığımız yoldaşımız, arkadaşımız, esimiz yanlış bakıyordur olaya. Çünkü hepimiz eğitilmeye muhtacız ve devrimcilikte öğrenmenin sonu yoktur. Sorun düşünebilmek, tartışabilmek, doğru biidiğimizi savunmada kararlı olmak, yanlışı gördüğümüzde düzeltmek ve birikimimiz oranında, olanaklarımız oranında bir şeyler yapmak, adım atmak. Bir insan, salt hayvani ihtiyaçlarım gidererek (yemek yemek, uyumak, cinsellik vb.) yaşayamaz. İnsan olmanın, insan gibi yaşamanın gereği olan sosyal-küitürel başka ihtiyaçları da vardır. Banyo yapmayı, bir kitap okumayı, belki bir film izlemeyi, ya da kimbilir arasıra şöyle deniz kenannda bir yürüyüş yapmayı, esini, sevgilisini, çocuklarını görmeyi kendine lüks gören insan, bir şeyleri eksik yaşadığı duygusunu da taşır. Ve insan bir de devrimci işe, bu ihtiyaçların niteliği daha da yükselir. O artık sosyal-kültürel ihtiyaçların ötesinde, devrimciliğini sürekli kılmak için, pratik devrimci faaliyete ve bunun da ötesinde sürekli okumaya, araştırmaya, tartışmaya ihtiyaç duyar. Siyasi pratikten kopuk yaşayan bir kişi, ne kadar Marksist-Leninist olduğunu iddia etse de onun devrimciliğini belirleyen en önemli yanı eksiktir. Sadece günlük pratiğin belirlediği zorunluluklar içerisinde sıkışıp kalmış, bunun dışındaki her şeyi -kitap okumak dahil- kendine lüks gören bir devrimci işe eninde sonunda bir yerde tıkanacaktır. Ve böylesi bir günlük koşturmacanın mücadeleye de kalıcı bir yararı olmayacaktır. En yoğun pratik görevlerde koşturan bir devrimcinin günde yarım saatte olsa kitap okumaya, kültür sanat dünyasındaki en genel gelişmeleri bari olsun izlemeye, devrimci hareketin genel sorunları üzerine kafa yormaya, fikir üretmeye zaman bulmak zorunda oluşu gibi, devrimci bir kadının da, kadın sorunu için ayıracak zamanı olmak zorundadır. Ve bu hiç de tali bir iş olarak görülmemelidir. En militan eylemlere katılmakla övünen ama tek bir kitap okuma, devrimci mücadelenin sorunları üzerine kafa yorma ihtiyacı hissetmeyen bir devrimcinin durumu ne ise, kadın sorununa yabancılaşmış, küçümseyen, tali gören, ,,ek iş" gören bir devrimci kadının da durumu odur. Bir devrimci hem işlere koşturan, hem de düşünen, araştıran, sorgulayan olmalıdır. Bunlardan biri eksikse devrimcilik tek ayak üzerinde duruyor demektir ve her an çökebilir. Bir kadın ise üç şey yapan olmak zorundadır: Hem devrimci mücadelenin genel işierine koşturan; hem düşünen, araştıran, sorgulayan; hem de kadın olarak, toplumun yarışını oluşturan kadının sesini, taleplerini devrime taşıyan, devrime kadının da rengini katan olmak zorundadır. Kadın olmak zordur, bunların hepsini birden başarmak gerekiyor. Bu 8 Mart, bir dahaki 8 Mart'a kadar ara verdiğimiz gün değil, nice 8 Mart'iara hazırlandığımız günün başlangıcı olsun!