Kadın kurtuluşunu burjuva siyasetinde değil; devrimci mücadele aramalıdır!
[Devrimci Çözüm nisan 1999]

Ekonomik ve siyasal olarak tam bir tıkanıklığın yaşandığı ülkemizde derinleşen kriz tüm boyutlarıyla sürmektedir. Yapısal bir krizin sözkonusu olmasına rağmen egemenler, bu kriz sonucu oluşan tıkanıklığa sürekli bir çare aramakta, "çözüm" yolları bulmaktadırlar. Yaşanan süreçte iktidarda bulunan tüm hükümetler bu krizin çözümüne çare olamadıkları için de, siyasal istikrasızlık giderek daha da derinleşmektedir. Ekonomik krizin oluşturduğu bu istikrarsızlığı, tıkanıklığı seçimleri gündeme alarak aşmaya çalışmakta ve kitlelerin düzene olan tepkilerini hükümet değişiklikleriyle geçici olarak da olsa etkisiz hale getirmeyi ummaktadır.

Bu düşüncelerle ülkeyi seçim sürecine sokan egemenlerin yeni bir hükümet arayışında önceki seçim dönemlerine oranla üzerine durdukları önemli bir kesim de kadınlardır. Neredeyse tüm düzen partilerinde kadınların milletvekilliğine ve yerel seçimlerde Belediye başkanlığı da dahil tüm görevlere adaylıklarım koymaları yönünde yoğun çalışmaları ve programları söz konusudur ve buna bağlı olarak da hemen tüm partilerdeki kadın katılımı geçmiş dönemlere oranla büyük bir artış göstermiştir.

Toplumun yarışım oluşturan kadınlarımıza seçim dönemlerinde de olsa (ki bu seçim döneminde gösterilen "ilgi" çok daha yoğundur. Gerici ideolojiyle şekillenmiş FP'de dahi ilk kez belli sayılarda kadın aday çıkartılmıştır.) gösterilen ilginin nedenleri çok açıktır.

Ülkemizde çok önemli biroy potansiyeli olan kadınlarımızı etkileyerek seçimlere ilgilerini arttırmak istemektedirler. Ayrıca görünüştede olsa siyaset içine çekme çabalarının bir sonucudur. Burjuva ilişkileri ile şekillenmiş sistemde, ekonomiden-siyasete zorlanmadıkça ve sistemin çıkarları gerekmedikçe, oligarşinin egemenlik anlayışı gereği, kadınlara siyaset sahnesinde gerçek anlamda yer verme diye bir sorunu yoktur.

Şu bir gerçektir ki, toplumumuzda kadın her alanda olduğu gibi siyaset-politika alanında da gölgede bırakılarak, ezilmiş ve bir kenara itilmiştir. Bugüne kadarda, göz boyamaktan, kadın oylarını avlamaktan başka birşey düşünmeyen düzen partileri, kadınları sadece göstermelik olarak "siyaset vitrinine" çekmiştir. Ki "vitrine çıkarılan" bu kadınlar da, kendi burjuva ilişkileri içinde, ekonomik ve sosyal olarak güçlü bir yere sahip olan ya da toplum içinde popülatiresi olan, geniş bir çevreye sahip "aydın" etiketli kadınlar olmuştur. Hedef emekçi ve işçi kadınların oyları olmasına rağmen "siyaseti" bu tür kadınlara yaptırmayı (sistemin doğası gereği) tercih etmişlerdir. Bugün Anap'ı da, DYP'si de, CHP'si de, DSP'si de vd.nin de yaptığı budur. Tespit edilen kotalar da, kadınlara gösterilen yoğun ilgi de hep bu anlayış doğrultusunda şekillenmektedir. (*)

Sistem içinde toplumsal yaşamın tümüyle dışına itilen bir anlamda eve kapatılıp, erkeğinin malı olarak görülen, yani tam bir "meta" işlevi gösterilen kadın, tam bir egemenlik altına alınmaya çalışılırken iradesizleştirilmiş ve nesneleştirilmiş konumdadır. Buna rağmen ülke koşullarının içinde bulunduğu durum gereği, yaşanan düzen ilişkilerinde kadın da zorunlu olarak toplumsal yaşamın bir parçası oluyor ve üretime girerek, ekonomik ve sosyal olarak görece bağımsızlığım kazanıyor. Koşulların dayatması sonucu bu yaşama girmesiyle birlikte, gerek kendi sorunları-na, gerekse de içinde yaşadığı toplumun sorunlarına daha duyarlı hale gelerek, kendi kimliğinin (kimliksizliğinin) de farkına varıyor ki, bu farkına varmayla birlikte kendiliğinden oluşan bilinçle sorunların (gerek toplumun, gerekse de kendi sorunlarının) çözümü yönünde harekete geçiyor. Dahası, örgütlü mücadelenin sorunları çözeceği bilinciyle örgütlü mücadeleye katılıyor. Toplumun, toplumsal ilişkilerin oluşturduğu "cinsel nesnelik" kabuğunu-konumunu kırmaya çalışıyor. Kırmaya çalıştığı oranda da siyasetin içine giriyor ve siyasetin içine girdiği oranda da bu kabuğu daha fazla kırarak gerçek kimliğine-özgürlüğüne kavuşmaya çalışıyor.

İşte bu durum egemenler açısından önemli ve riskli bir durum kabul edilerek ve ülkemiz koşullarında kadınların taşıdığı dinamizmi ve kendilerine karşı oluşacak potansiyeli de çok iyi gördüklerinden, bugünden bu dinamizmin ve açığa çıkacak potansiyelin önünü alabilmek için seçim dönemlerini değerlendirip, kadınları sahte kurtuluş ve sorunların çözümü vaadiyle, burjuva siyaset sahnesine çekmeye ve tepkilerini nötralize etmeye çalışıyorlar.

Öz itibariyle hakları için sesleri yükseldikçe ve mücadeledeki yerleri büyüdükçe, düzen partileri de kadınlara yönelik olarak söylem düzeyinde-vaad düzeyinde de kalsa birşeyler yapmak ihtiyacı duymaktadırlar.

Vitrin süsü de olsa, görüntüde kadın sorunlarına yönelik çözüm düşüncesiyle de olsa, toplumda kadınların da bir yeri olduğu ve devletin her kurumunda yer alabileceklerini gösterme amaçlı da olsa ve yine çok önemli bir oy potansiyeli olan kadın oylarım avlama amaçlı da olsa, kadınların düzen partilerince siyaset içine çekilmek istenmelerinin nedeni, kadın sorununun çözümünü düzen sınırları içine çekmektir. İçinde bulunduğumuz süreç özgülünde bir diğer önemli neden ise, şu an devletin içinde bulunduğu durumdur.

Her yönüyle ekonomik-siyasal çöküntü içinde olan sistemin işleyişini-devamını sürdürmek gibi bir misyona sahip olan devlet ve devletin tüm kurumları da tam bir kirlenme ve çürüme içindedir. Sistemin ekonomik olarak da, siyasal olarak da devamım sürdürebilmesi ve buna yönelik oluşturulan politikaların yaşama geçirilmesi karşısında çeteleşen devlet gerçeği tüm halkın gözleri önündedir. Ki tüm pislikleri de ortadadır. Bu anlamda devletin en önemli kurumlarından olan parlamento da tümüyle bu çeteleşmenin; pisliğin, çürümenin, kokuşmuşluğun tüm bünyeyi sardığı bir konumdadır. Bu yanıyla bu seçimlerle sözde bu pisliği temizleme, temiz siyasetçileri seçme adına da kadınlara yönelik ilgiyi arttırmıştır. Meclisteki kirlenme karşısında, kadınların çeteleşme içinde yer almadıkları, daha "temiz siyaset" yaptıkları gibi tezlerle sanki bu sonuç insanların cinsel kimlikleriyle açıklanabilir bir olguymuşçasına, kadını "temiz siyaset" demagojilerine malzeme yapmaktadırlar.(**)

Bugün girilen seçim süreciyle birlikte, kadınların siyasete girmesi için gösterilen ilginin nedeni ne olursa olsun, bilinen bir gerçeklik var ki, özel mülkiyetin ve sınıfların ortaya çıktığı dönemden beri kadınlar toplumsal görevlerden -ve bunun sonucu olarak siyasetten- dışlanmışlardır. Kapitalizm ise onu sadece -tıpkı şimdi yaşanılan seçim süreçlerinde olduğu gibi- ihtiyaç duyulduğu zamanlarda hatırlamış ve böyle dönemlerde kadını, kendi siya-setine malzeme yapmıştır. Elbette ki yine kadını tarihsel ve geleneksel rolüyle -yani bir "nesne" olarak- siyaset sahnesine almış ve kullanmışlardır.

Zaman zaman politika sahnesinde boy gösteren kimi kadın politikacılara rağmen gerçeklik budur. Ki bu kadın politikacıların gerek sınıfsal durumları, gerekse temsil ettikleri çıkarlar açısından bakıldığında, kadınları temsil etmediklerim görmek özel bir çabayı gerektirmemektedir. Bugün mevcut sistemin ilişkileri içinde siyasette yer alan bir "kadın siyasetçiye" baktığımızda; ne ilişkilerinde, ne düşüncelerinde, ne de davranışlarında gerçek anlamda kendi kadın kimlikleriyle yer almadıklarım, dahası kendi cinsine yabancılaşmış bir kişilik sergilediklerim görürüz. Bu durumu yaratan düzen ilişkileridir. Çünkü düzenin bekası için, halkın, toplumun düzene karşı gelip kendi sorunlarına sahip çıkmaması ve bunların çözümü noktasında mücadele etmemesi için toplumun hiçbir kesimine kendi gerçek kimliğiyle kendini ifade etme olanağı tanınmamakta, böylesi bir kişiliksizlik dayatılmaktadır. Kaldı ki başta da belirttiğimiz gibi bugün siyasette yeralan "kadınlar" kendi sınıfsal konumları gereği de sistemin dayattığı kişiliksizliği kendi tercihleriyle göstermektedirler. Düzenin toplumda oluşturduğu erkek egemen anlayış, bilinçli olarak siyaset içine giren kadınların da bu anlayışın sürmesi yönünde düşünce ve davranış içine giren bir kişilik göstermesini zorunlu kılıyor ve bugün bakıldığında da meclisteki tüm kadın siyasetçiler bu kişiliği sergilemektedir.

Sonuç olarak mevcut sistemin ilişkileri içinde siyasete giren bir kadın egemen ideolojinin gerektirdiği bir anlayışla siyaset içine girer ve ne ezilen bir cins olarak kadının kendi kimliğini elde etmesine, ne de özgürleşmesine yol açabilir. Sadece ve sadece geleneksel kadın rolünü aşamadan, burjuva siyaseti içinde olan erkekle aynılaşır ve egemen ideolojinin kendini sürdürmesine katkıda bulunur.

Tüm bunların ışığı altında baktığımızda, bugün düzen partilerinde bir kadın olarak yer alıp siyaset yapmak, ne kadınların gerçek anlamda siyasete girmiş olduğunu gösterir, ne de kadınların sorunlarına çözüm getirip toplumda ezilen kadının kendi gerçek kimliğini kazanmasında etkili olur. Bu nedenle düzen partilerinin olsun, mevcut düzenin yasalarıyla kendini sınırlayan reformist sol partilerin olsun, emekçi kadınlar açısından ezilen, sömürülen kadınlar açısından birşey ifade etmeyeceği açıktır. Peki gerçek anlamda siyaset yapmak, kadının siyasetle uğraşması nasıl olmalıdır?

(*) Bugün kendine "sol" bir partiyim diyen reformist partilerde dahi bu işleyiş yaşanmakta ve göstermelik olarak birkaç emekçi insan adaylığa seçilmektedir.
(**) Sistemin gereği, devletin işleyişi ve ilişkileri gereği bunun cinsiyetle birilgisinin olmadığı ortadadır. Öyle ki bu noktada mecliste bunun önemli örnekleri olmasına rağmen -T.Çiller, M.Akşener gibi- kitlelerde bu türden bilinç yaratarak/kandırarak atomlarına kadar çürümüş olan devleti-meclisi aklayacaklarını-temizleyeceklerini iddia etmektedirler.



Devrimci Kadın

Hauptseite