Halkımız!..
YAŞANAN DRAMI HALKLARIMIZA KADER GİBİ GÖSTERENLERDEN HESAP SORALIM!
17 Ağustos 1999 tarihinde ülkemiz tarihinin en büyük doğal felaketlerinden biri yaşandı. Resmi rakamlara göre 60 bine yakın çok katlı binanın yerle bir olduğu depremde, on binlerce insan enkaz altında kaldı. Gün ışıdığında, bir enkaz yığınına dönüşmüş olan deprem bölgesinde, ölüleriyie, yaralılarıyla çaresizlik içinde ve kaderine terk edilmiş bir halk manzarası vardı. Gazeteler oradaydı, televizyonlar oradaydı, bütün dünya izliyordu bu dramı, ama DEVLET yoktu ortada!.. İnsanların acı feryatları, olağanüstü çabaları, enkaz altında kalan insanları kurtarmaya yetmiyordu. Türkiye'nin bu en sanayileşmiş bölgesinde, her şeye hazır, bütün zorlukların üstesinden gelebilecek, ‘büyük ve güçlü devletin’ olanaklarından eser yoktu. İzleri belki yıllarca belleklerden silinmeyecek bu acı manzara karşısında insanların acısı öfke ve tepkilere dönştü. Saskın ve organize olamayan devletin İçişleri Bakanı sıfatıyla Sadeftin Tantan, ‘Allah'tan gelen’ bu felaket karşısında halkı sabretmeye, kaderine razı olmaya cağırıyordu... Dünyanın öbür ucundaki yardım ekipleri ile hemen hemen eşzamanlı göründü devlet, deprem bölgesinde... Başbakan Bülent Ecevit, deprem bölgesindeki durumu yerinde izlediğini ve talimatlarını Ankara'ya ulaştırmakta sıkıntı çektiğini anlatarak, iki gün boyunca deprem bölgesine hiçbir resmi yardımın ulaşmamasını, doğal felaketin verdiği zararlarla açıklıyordu. Devletin en yetkili ağızları, halkta öfke ve tepkiye yol açan bu durumun gerekçelerini sıralamaya başladılar. Yollar kapalıydı, yardıma gidecek ekipler de deprem sırasında ölmüştü, hem bu çok büyük bir felaketti, dünyanın hangi ülkesinde olsa ilk iki-üç gün bir şey yapılamazdı vs. vs. Oysa hepimiz biliyoruz ki, bu tür durumlarda ilk üç gün hayatı önemdedir. Ve bu korkunç depremin ardından, bu en hayati günlerde halkın yapayalnız, çaresiz, bir başına bırakılmasının mazereti yoktur. Çünkü bir TRT’nin, bir özel televizyon kuruluşunun elindeki olanaklarla devletin elindeki olanaklar kıyaslanacak şeyler değildir. Basının,televizyonun ulaştığı deprem bölgesinde devletin ulaşamaması, organize olamaması ne bu felaketin Allah'tan gelmesi ile, ne müdahale edecek ekiplerin de depremde ölmesiyle, ne de başkaca benzer bir mazeretle açıklanabilir. Bunun açıklaması, devletin yapısı ve niteliğiyle ilgilidir. Ülkemizde devlet, halka hizmet igin değil, halka karşı örgütlenmiş bir vapıdadır. Çünkü devlet ve onun bütün kurumları, insanı korumaya değil, sermayenin cıkarları kurmaya yönelik oluşturulmuştur. Bu nedenle de bu tür doğal afet durumlarında halka anında ulaşacak birimleri, kurumları, organizasyonları yoktur. Deprem kuşağında bulunan ve sık sık depremlerin yaşandığı ülkemizde, olası depremlerde kayıplan en aza indirecek hiçbir ciddi önlem alınmamıştır. Doğal felaket anlarında anında duruma müdahale edecek, deneyimli, uzmanlaşmış hiçbir ciddi kurum yoktur. Hal böyle iken halkımızın içinde bulunduğu durumu Allah ve kader diyerek açıklayanlar, halkı aldatan sahtekadardır. Ülkenin en ücra köşesinde bile, işçilerin, memurların, öğrencilerin, Kürt halkının demokratik bir hak talebi söz konusu olsa, anında devlet, topuyla, tankıyla, on binlerce askeri, polisiyle, coplarıyla ve göz yaşartıcı bombalarıyla ‘olaya’ müdahale etmeye ‘muktedirdir!’. Böylesi durumlarda şaşkınlık, şok, kararsızlık, kaos vb. söz konusu olmaz nedense(!) devlet kurumlarında... Bugüne kadar ülkemiz ve dünya kamuoyu, ülkemizde her/ hangi bir toplumsal olay söz konusu olduğunda, ortalıkta polisin, askerin, tankların, cemselerin olay yerine yetişmediği bir görüntüye tanık olmamışlardır televizyonlarda. Ama halka saldırmayı değil, halka yardım etmeyi gerektiren ani bir durum ortaya çıktığında, ortalıkta tek bir resmi üniformalının bile olmaması, orda bulunup bulunmama niyetinden de öte, belirttiğimiz gibi, devletin yapısı ve niteliğiyle ilgili bir sorundur. Bir toplumsal olayda on binleri, yüz binleri dolduracak cezaevleri yaratmak, işten bile değildir ülkemizde. Büün okullar, kışlalar, sporsalonları,daha yapılırken bu amaca da hizmet edeceği düşünülerek inşa edilmiştir. Ama bir doğal felaket karşısında, binlerce yaralıyı götürecek hastane, evsiz barksız kalmış insanları barındıracak yer bulunamaz. Çünkü devletin örgütlenişinde bu amaç, hiç gözetilmemiştir ki... İşçinin, memurun, gecekondulunun, Kürt halkının, üniversiteli gençliğin, tutuklu ailelerinin, Cumartesi annelerinin üzerine saldırtmak için kurt köpekleri yetiştirenlerin; doğal afetlerin sıkça yaşandığı ülkemizde, insana yardım için eğitilmiş bir köpekler bile yoktur. İşçinin, memurun, emekçi halkın açlık sınırındaki yaşamlarına tepki göstermek için çıktıkları meydanları yasa dışı ilan ederek tehditler savuranlar, tahkim yasalarıyla ülkeyi emperyalist sermayeye peşkeş çekenler, halkın alın terini, emeğini sömürenler, insana değer veremezler. Deprem geliyorum derken hiçbir önlem almayanlar, ‘gelişiyoruz, büyüyoruz’ masallarıyla halkı aldatmanın peşindeydiler. Şimdi ortalığa çıkmış, ‘kader’ diyerek, ‘Allah’ diyerek, yine halkı aldatmanın sahtekarlığı içerisindeler. Halkımız!
On binlerce insanımızın ölümüyle, on binlerce insanın yaralanmasıyla, ülke zenginliklerinin yok olmasıyla, sonuçlanan ve bütün bir ülkeyi yasa boğan bu doğal afet kader değildi. Bilimsel gerçekler, yakın zamanda böyle bir depremin olacağını gösteriyordu. Peki ya önlem? Önlem yoktur. Çünkü onlar, halkları nasıl teslim alacaklarının, sömürülerini nasıl sürdüreceklerinin, karlarını nasıl arttıracaklarının peşindeydiler. Eğer insan hayatına değer verilmiş olsaydı, eger sermayenin çıkarlarını değil, halkın sağlığını, çıkalarını düşünen bir sistem olsaydı, bu doğal afetin sonucu böyle olmayacaktı. Deprem kuşağında bulunan ülkemizde, şehirlerin imarında, binaların yapımında alınması gereken önlemleri hiçbir alınmadığı gibi, bir doğal afet sonrasında halkın yardımına koşacak organizasyonlar bile yapılmamıştır. Bütün bunlar yapılmış olsaydı kayıplar çok daha az olacaktı. Ve sermayenin çıkarlarının değil, halkın çıkarlarının düşünüldüğü, insana değer verilen bir ülkede, halkın yaralarının sarılması da çok daha kısa zamanda gerçekleşecekti. Bu nedenledir ki, bu doğal afetin sonuçları bir kader değildir. Aksine, bu bir katliamdır. Bu katliamın birinci dereceden sorumlusu da sermaye devletidir. Halkımız!
Depremi kader diye yutturmaya çalışanlar, on binlerce insanımızın suçlusudurlar. Bu sahtekarlara inanmayalım. Günlerce enkaz altında kalan, ölümü bekleyen insanlara yardım eli uzatmayanlar, hiçbir girişimde bulunmayanlar, ölümlerin artmasından, cesetlerin kokmasından, salgın hastalıkların ortaya çıkmasından sorumlududar. Demireller, Ecevitler, Mesut Yılmazlar, Bahçeliler ev Genel Kurmay yetkilileri, bu suçluları başında geliyor. Suçluların yakasına yapışalım, hesap soralım. Ülkemiz ve halklarımız büyük bir acı içerisinde. Bu devletin verdiği sözlerin ardından ne geldiğini halkımız yaşadığı deneyleriyle biliyor İşte dün Erzincan'da, Dinar'da, Adana'da yaşanan acı gerçekler sonrası yapılan açıklamalar: ‘Devlet büyüktür, bu badireyi de atlatın..’ Bugün de telaffuz edilenler, hemen aynı sözlerdir. Ortada yaraları sarılan, sıkıntıları atlatan bir halk yoktur. Badireyi atlatmaktan kast ettikleri, sermayenin iktidarının devamından başka bir şey değildir. Birlik içerisinde, el ele vererek, devlet ve özel girişimcilerin katkısıyla yaraların sarılacağı vb. açıklamalar, kendi suçluluklarını, insana değer vermeyen politikalarını gizleme çabasından başka bir şey değildir.Bu yüzdendir ki, yaşanan zorlukların atlatılması, acıların hafifletilmesi, yaraların sarılması için halklarımızın dayanışmasını gerçekleştirelim. Deprem bölgesindeki halkın yanında olalım, onların acısına ortak olalım. Bu acıyı, hep birlikte öfkeye dönüştürelim, hesap soralım. Deprem bir doğal felakettir. Ama ortaya çıkan sonuçlar kader değildir. Yaşanan insanlık dramının sorumlusu devlettir.22 Ağustos 1999
Devrimci Sol